Siyasal İslamcılarda Neden Ulusal Aidiyet Bilinci Yoktur?
Türkiye’deki siyasal İslamcılık, İslam dininin Araplar’dan
meydana gelmesini takıntı haline getirip bu dini sadece bireysel boyut halinde
bir erdemlilik haline indirgemeyip adeta bu dine olan inanışını kültürel bir
Arap milliyetçiliği formuna bürüyerek kendi milletine ait olan Türk kültürüne
karşı şiddetli bir öz nefret beslemektedir. Siyasal İslam, özündeki bu Arap
milliyetçiliğini ise daima ümmetçilik dedikleri ütopyanın ham hayalciliğiyle
kamufle etmektedirler. Fakat gerçek şudur ki tarih boyunca hiçbir zaman İslam
ümmeti bütünlüğü söz konusu olmamıştır. Her İslam toplumu ve mezhebi, öteki
İslam toplumundan ayrı telde çalmıştır. İslam milletleri tarihi boyunca
peygamberin ölümünden sonra sahaberlerden itibaren birbirleriyle siyasi anlamda
güç mücadelesinin içine girmişlerdir. Siyasal İslamcılığın ümmet ütopyacılığı komünistlerdeki
dünyadaki bütün işçileri birleştirip dünyada sınıfsız ve devletsiz bir düzen
kuracaklarına dair olan ham hayale benzemektedir. Siyasal İslamcılığın ümmetçiliğiyle
kültürel Marksizmin geliştirdiği komünizm düşüncesi dünya milletlerindeki
milliyetçi dürtüleri ve milletlerin birbirlerine karşı olan kültürel saiklerden
kaynaklı nefretleri es geçip tamamen romantik bir hayal dünyasının içine hapsolmaktadırlar. Oysa şu da var ki siyasal İslamcılığın davası da, kültürel Marksizmin
davası da dünya milletlerine kendi kültürlerini dikte etmektir. Bu yüzden bu
iki ideoloji de bireycilik ilkesinden tamamen yoksundur.
İşin trajikomik yanı hem siyasal İslamcılar hem de kültürel marksistler
ülkedeki demografik yapıyı bozan Arap mülteci nüfusundan rahatsız olan Türklere
ırkçı ve faşist demektedirler. Bu yüzden siyasal İslamcılar ve kültürel
marksistler her ne kadar birbirlerinden nefret etse de, söz konusu Türk
düşmanlığına gelince anında birbirlerine karşı simbiyotik özellikler ortaya koymaktadırlar.
Siyasal İslamcılığın kendi öz milli kültüründen ve
tarihinden nefret edip Araplığı yüceltmesine verilecek en güzel örnekler ise
Yeni Şafak gazetesinin yazarlarından Müfid Yüksel’in “Bu ülkeyi biraz
Araplaştıracağız, Arap mahalleleri kuracağız.” demesidir. Aynı şekilde Recep
Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının metin yazarı ve danışmanı olan Yeni Şafak
gazetesi yazarı Aydın Ünal “Sen git!” adlı yazısında mülteci istemiyorum diyen
Türklerle yaşamaktansa değil 5 milyon, 50 milyon Suriyeliyle daha yaşarım bu
ülkede demektedir. Yani siyasal İslamcılığın kendi milletine karşı olan antipatisi,
böylesine bir kültürel Arap milliyetçiliğini tetikliyor.
Diğer yandan yine bir Yeni Şafak yazarı olan Cemile
Bayraktar, İlber Ortaylı’nın Uygur Türkleri’nin en başta Doğu Anadolu gibi
yerlere tarım yapmak için yerleştirmeleri önerisine şiddetle ateş püskürüp
kızarken, Türkiye’de demografik yapıyı bozan Afgan ve Suriyeli mültecilerin
varlığını savunmaktadır. Siyasal İslamcı çevrenin en bilinen alternatif “tarihçisi”
Kadir Mısıroğlu da Kurtuluş Savaşı için “Keşke Yunan galip gelseydi!” demişti. Onun
için hilafetin ve gerici yuvası olan medreselerin varlığı Türk milletinin
geleceğinden ve kaderinden daha önemli ne de olsa. Kadir Mısıroğlu çevresinin alternatif
“tarihçi”lerinden olan Ekrem Buğra Ekinci aynı şekilde Talat Paşa’yı vurup
öldüren Türk düşmanı Ermeni komitacı için intikamımızı aldı deyip onu adeta
kahramanlaştırmaktadır. Siyasal İslam tarafından beslenen Halil Konakçı adlı
vaiz de Talat Paşa için “hain” deyip, Arapça ezanı kutsallaştırarak üstü örtülü
olarak Fransa hakimiyeti altındaki Suriye’de Arapça ezan okunurken bağımsız ve
Kemalist Türkiye’de ezan Türkçe okunuyor diyerek Fransız hakimiyeti altında
olan Suriye’yi tercih ettiğini beyan etmişitr. Yani demem o ki siyasal İslam
için ulusal aidiyet yoktur, onlar için önemli olan yegane kimlik din
kimliğidir. Kendisi gibi olmayan nefret ettikleri seküler Türklere karşı ise
Arap milliyetçiliğini bir koz olarak kullanmaktadırlar. Ancak ulusal aidiyete
önem veren Türk milliyetçiliği ise vatandaşlarını dini inanç ve felsefi
kimliklere göre ayırmaz, hepsini vatandaştan saymaktadır.

Yorumlar
Yorum Gönder